27 Mayıs 2015 Çarşamba

....içinden ZEKİ ALASYA geçen yıllar....

Çocukluğumdan hatırladığım en önemli şeyler arasında yazlık sinemalar var. 

10 yaşındayım. Gölcük’teki evimizin balkonundan uzanarak, yanımızdaki yazlık sinemanın perdesini birazcık görebiliyorduk. Daha çok, dinleyebildiğimiz bir konumdaydık diyebilirim. Eve daha televizyon girmediği için, yazları her gece balkonda oturuyor, filmleri dinliyorduk. Bu yetmiyordu bazen, uzanıp da perdeyi kıyısından gördüğüm anlarda çok mutlu oluyordum. Her zaman evin balkonundan dinlemezdik, o yazlık sinemaya gidip tahta sandalyesine oturduğumuz da olurdu. Ev sinemaya yakın olduğu için tek başına gitme iznim vardı. Çok sevdiğim için sinemada oynayan hiçbir “Tarkan” filmini kaçırmadım. Bunlardan biri “Tarkan Altın Madalyon”du. (Yalvara yakara elde ettiğim o filmin afişini yıllarca sakladım.) İşte ilk kez o filmde gördüm Zeki Ağabey’i. Kötü adamı oynuyordu. Doğu Vandal kralı olarak beyazperdede karşımdaydı. Filmin sonunda Tarkan onu alt edince ne sevinmiştim!
Sonra “Köyden İndim Şehire” filminde altınları bir türlü sayamayan saf adam olarak çıktı karşıma. Derken evimize televizyon geldi. İstiklal Marşı ile açılışından, İstiklal Marşı ile kapanışına kadar gözümü ayırmadan izlerdim. Beyazperdede gördüğüm oyuncular artık evimize misafir oluyorlardı. Bazen Uğur Dündar’ın “İşte Hayat” programındaki skeçlerde, genellikle de “Televizyonda Sinema” kuşağındaki filmlerde izliyordum Zeki Ağabey’i.
Babam emekli olunca Mersin’e taşındık. Televizyon neredeyse her eve girmişti ama yazlık sinemalar da varlığını sürdürüyordu hayatımızda. Fırsatını buldukça oralarda film izlemeye devam ediyordum. 1977 yılı yapımı, bir Zeki-Metin filmi olan “Aslan Bacanak”, yeni taşındığı mahallede sert ağabeyin güzel kız kardeşine âşık olan saf adamın, kızla buluşmak için yaşadığı komik durumların hikâyesini anlatıyordu. Senaryosunu Umur Bugay’ın yazdığı bu filmin önemli tarafı, Zeki Alasya’nın yönettiği ilk filmi olmasıdır. Bunun altını çizmemin bir anlamı var.

  Televizyonun sinemayı yendiği zamanlar….

 Televizyon, hayatımızı kaplamaya başlamıştı, ne yayınlanırsa izliyorduk. Artık sinemaya gitmek nadiren yapılan bir etkinlik olmuştu. Eğlence programları, televizyonda sinema ve yabancı diziler... “Dallas”ın kötü adamı JR’dan nefret ediyorduk topluca. Ama bir gün JR’dan daha kötü bir adam çıktı ekrana. Darbe olmuştu ve Orgeneral Kenan Evren, ülkenin dengesinin nasıl bozulacağının, sayısız canın nasıl yiteceğinin hikâyesini anlatmaya başlamıştı. Amerikalı senaristlerin yazdığı başka bir diziydi bu...
Lisede okuduğum yıllar, Mersin’de bir amatör tiyatro topluluğuna katıldım. Turneye gelen hemen her tiyatro oyununu izlemeye çalışıyorduk. Ama her oyuna gidemiyorduk tabii, dönem müzikal oyunların revaçta olduğu dönemdi ve o oyunların bilet parası boyumuzu aşıyordu. Bu müzikallerin sahnelendiği açık hava tiyatrosunun yakınında yerimizi alıyor ve izleyemediğimiz oyunları dinliyorduk, evimizin balkonundan filmlere yaptığımız gibi. Kadrosunda Ajda Pekkan’ın olduğu bir “büyük kabare” oyunuyla turneye geldiklerinde, ilk kez uzaktan gördüm hayranlıkla izlediğim filmlerin oyuncusu Zeki Alasya’yı…
Yazlık sinemalar yıkılmaya, televizyon renklenmeye başladığı zamanlarda, videoyla tanıştık. Kahvehanelerde ve çay bahçelerinde video filmleri izleniyordu. Ve bilete para yetiremediğimizden izleyemediğimiz o müzikalleri, oyunları videolardan takip ediyorduk. “Beyoğlu Beyoğlu”, “Yasaklar”, “Deliler”, “Reklamlar” gibi oyunların videosunu izlemek yetmiyordu, kasetlerden dinliyorduk. O da yetmiyordu, kelime kelime ezberliyorduk…
Bir gün Ankara Halk Tiyatrosu’nda oyuncu olan liseden arkadaşım Ekrem, İstanbul turnesine gittiklerinde Devekuşu Kabare oyunu izlediklerini ve oyun sonrası kuliste Zeki-Metin’le tanıştıklarını anlattı. “Vay be, tanıştınız mı gerçekten” deyiverdim. Rüya gibiydi benim için.
 90’lı yıllar... Yazlık sinemalar yok artık. Televizyon renklilikten çok renkliliğe geçiyor, Star 1’le başlayan furyada, özel televizyonlar art arda kuruluyor. Sinema öğrencisiyiz ya, iş imkânları çoğaldığı için ne çok seviniyoruz! Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ı , ilk kez sahnede, Devekuşu Kabare tiyatrosunun son oyununda izliyorum. Kandemir Konduk’un yazdığı “Şuna Buna Dokunduk” oyunu, Elmadağ’daki kendi salonlarında kalabalık bir seyirci topluluğuna sergileniyor. Yıl 1992. Evet, izlediğim ilk oyun, Devekuşu Kabare tiyatrosunun son oyunu, çünkü kurulmasına sevindiğimiz özel televizyonlardan biri, yani ilki, tiyatro salonunun benzin istasyonunun çok yakınında olduğunu ve tehlikeli bir konumda bulunduğunu belirten bir haber yapıyor. İşte o haber, Devekuşu Kabare tiyatrosunun sonu oluyor. O kadar üzülüyorum ki… Türk tiyatrosunun en önemli yapı taşlarından olan bir tiyatro, perdesini açılmamak üzere kapatıyor. Tek tesellim, son oyun da olsa, videodan değil sahneden izlemiş olmam, o hayran olduğum oyuncuları.
Zeki-Metin, kabareyi televizyona taşıyorlar, aynı yıl kurulan bir diğer kanal Show TV’de “Zeki-Metin’ce” başlıyor. Bize yine ekrandan izlemek düşüyor onları. O sıralar, Limon (Leman) dergisinde çalışıyorum, bir yandan da okul devam ediyor. Bir gün Beyoğlu Cafe’de Ali’yi bekliyorum. Ali, o dönem “Zeki-Metin’ce”de hem oynuyor hem de skeçlerini yazıyor. Program, yazabilen herkesin katkısına açık, o haftanın konusu belirleniyor ve yazdığın çekilirse dakika hesabı para kazanıyorsun. O güne kadar karikatür esprisi buluyordum, o gün bulduğum bir konuyu yazıverdim. O yazdığım ilk skeç, “Zeki-Metin’ce” programında yayınlandı. O heyecanımı buradan anlatmaya kalkarsam iyice saçmalarım! Benim için çok anlamlıydı, çünkü İstanbul’a geldiğimden bu yana ilk kez bu kadar kısa sürede bu kadar çok para kazanmıştım. Daha önemlisi, yazdığım skeç hayran olduğum oyuncular tarafından oynanmıştı. “Vay be, tanıştınız mı gerçekten” dediğim insanlarla aynı işte çalışma durumuna gelmiştim. Bu kadarını hayal edemezdim gerçekten. Dahası da var. Bir gün ajansta Zeki Ağabey’le sohbet ederken, “skeçlerde biz de oynayabilir miyiz?” diye sorduk Hüsnü’yle, çekine çekine. Gülümsedi ve “çok sevinirim çocuklar” dedi.
18 yıl önce yazlık sinema perdesinde gördüğüm adamla aynı masada oturuyor, programına skeç yazıyor ve onun yönettiği skeçlerde ufak tefek rollerde oynuyordum. Ona niye hayran olduğumu da, tanıdığım her gün daha iyi anlamaya başladım. O kadar çok meziyeti vardı ki. Oyuncuydu, yönetmendi, yazardı, çizerdi, terziydi, marangozdu. Ama hepsinden öte çok iyi insandı. Heyecandan yanında konuşamadığın adam, seninle çok kolay arkadaş oluyordu. Hani, tanıdıkça seversin derler ya, Zeki Ağabey için tanıdıkça hayran olursun demek çok daha doğru.

Parayla hiç işi olmadı. Biri istesin, cebindeki son kuruşu tereddütsüz verirdi.

 2000 yılına kadar ara ara haberleştiğimiz dönemler oldu. “Balıklama” diye bir restoran açtı ama çok uzun sürmedi o macerası. Benim de işsizlik dönemlerimdi, bir kabare oyun yazmıştım. Okuması için götürdüm restorana. “Okur musun abi?” dedim. “Tabii okurum oğlum” dedi. Üç gün sonra tekrar gittim, belki okumadıysa da göz atmıştır diye. Restoranın girişinde karşılaştık, beni görür görmez. “aferin lan” dedi. Öyle kalakaldım. “ Güzel yazmışsın, üzerinde çalışalım...” Çalıştık, ama olmadı, “Güle Güle” filminin çekimlerine gitti. Sonra restoran kapandı. Patronu olduğu son işti o.
Kara Çarşamba olarak bilinen o 2001 ekonomik krizinden sonra, “Dedem Gofret ve Ben” dizisiyle yeni bir döneme başladı. Bu benim için de yeni bir dönemdi. Onun torpiliyle diziye oyuncu olarak girdim. Sonra beraber yazdığımız “Adada Bir Sonbahar” adlı televizyon filminde çalıştık. Yine bir televizyon filmi olan “Her Şey Oğlum İçin”de asistanı oldum. 2007 yılında çekilen “Öteki Türkiye’de Bir Cumhurbaşkanı” filmine kadar aralıksız birlikte çalıştık. Bu benim ona yaptığım asistanlığın sonu, onun da çektiği son film oldu.
 Her çalıştığımız işte, etrafındaki insanlara iş yaratmak için çabalardı. Eğer boşta bir oyuncu tanıdığı varsa, ona rol çıkarmaya çalışırdı. Bazen kızardı ama kıyamazdı, sorumluluğu alır, hatayı kendi kapatırdı. Hani yönetmeni evden alır sete götürürler ya, o asistanı olan beni evden alır sete götürürdü. “Ağabey ben giderim” derdim, ama “saçmalama oğlum, yolumun üstü” diyerek haşlardı beni. Bunları yazarken hâlâ inanamıyorum, nasıl bu kadar iyi bir insan olunabileceğine. Hele o sete giderken anlattığı hikâyeler... “Hababam Sınıfı”nın onun gayreti sonucunda Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda oynanma sürecini mi, en iyi 12 Eylül filmlerinden biri olarak kabul edilen “Dikenli Yol”un çekilme macerasını mı, yoksa, yönetmenlik yaptığı ilk filmi çekerken yaşadığı heyecanı, seti bırakıp gitme isteğini mi, hangisini anlatmalı? Kitaplara sığmaz hikâyeler bıraktı ardında...
 İlk yönetmenlik yaptığı filmin, Umur Bugay’ın senaryosunu yazdığı bir Zeki-Metin filmi olan “Aslan Bacanak” olduğunu söylemiştim ya, altını çizerek. Son Zeki-Metin filmi olan ve senaryosunu yine Umur Bugay’ın yazdığı “Rus Gelin”in yönetmeni de Zeki Alasya’ydı. Ben o filmde yönetmen yardımcısıydım ve benim o kamera arkasında çalıştığım ilk sinema filmiydi.
18 Nisan doğum günüydü. Kutlamak için aradığımda hastanede olduğunu öğrendim. Sesi tatsız geliyordu. Ziyaretine gittim. İki saat kadar sohbet ettik, yorgun ve bitkindi. İşlerden güçlerden konuştuk. Ona son yazdığım senaryodan bahsettim, “okur musun?” dedim yine. Yine “tabii okurum oğlum” dedi. Okuduktan sonra konuşacaktık üzerinde. O an bahsetmedim, ama bir yönetmen yardımcısının hikâyesini anlatıyordu yazdığım senaryo. Ve senaryodaki yönetmen karakterinin adını Zeki koymuştum. Okuyabildi mi bilmiyorum. Sonra konuşabilseydik eğer, “filmi çekebilirsem bu rolü oynar mısın?” diye soracaktım. Çünkü o yaptığı işlerden en çok yönetmenliği sevdi, rolünü de severdi belki... Hayatımın 40 yılında, önce hayran olduğum adamdın, sonra arkadaşım oldun, ustam oldun. O yazlık sinemada kötü Vandal kralı olarak izlediğim adamdan, iyi insanlığın ne demek olduğunu öğrendim. Ben seni yine izlemeye devam edeceğim Zeki Ağabey, biliyorum artık, bazı insanlar ölmez!

Faruk KARAÇAY Mayıs 2015

11 Nisan 2011 Pazartesi

........TELEVİZYONDA SİNEMA.......


TERMİNATÖR (İMHA GÜNÜ)
YAPIMCI : BASKI YAPIM
OYNAYANLAR : SEZAİ KOZ- AHMET FRANKO- MEVSİM BAHAR
Yıl 2090 televizyon manyağı olmuş insanlar artık kitap okumayı bırakmış ve televizyon karşısında iyice robotlaşmışlardır.Ve robotlaşan bu topluluk dünyayı ele geçirmiştir. Ancak buna karşı duran küçük bir topluluk kalmıştır ve onların başında da Sabahat kontor’un oğlu vardır.. Robotlaşmış olanlar, gıcık olma hislerini henüz yitirmedikleri için geçmişe bir imha edici gönderirler.. Sabahat kitap gibi kadındır ve etrafındaki herkesin ilgisini çekmektedir, ordu halinde insanlar Sabahat’ın peşindedir. İmha edici 2011 yılına gelir ve Sabahat’ın peşine düşer..
Dönem yavaş yavaş televizyon seyreden ve robotlaşan insanlar devrine girmiştir. İmha edici hedefine kilitlenmiş ve gözü bir şey görmeden hedefi imha etmeye doğru yol almaktadır. Henüz doğmamış çocuğuna hamile bile olmayan Sabahat hiç bir şeyden habersiz bir yayınevinde editör olarak çalışmaya devam etmektedir. İmha edici Sabahat’ın çalıştığı yeri bulur ve erken bir saatte saldırıya geçer. Yayınevindekiler saldırının nereden geldiğini anlamazlar ama imha edici kendini gösterdiği anda şaşkınlıkları yerini kaygıya bırakır. İmha edici Sabahat’tan önce bilgisayarını bulur ve ani bir darbe ile imha eder.. Sabahat olay yerinden arkadaşlarının yardımı ile kaçar. İmha edici hedefe kitlenmiş halde Sabahat’ın peşinden gider.. Böylece bir kaçma kovalama sürer.. İmha edici robotlaşan insanlar topluluğu adına görev gereği doğmamış olanı imha etmek için her şeyi göze alır.. Filmin sonu şık olmayan bir finale doğru sürüklenir…
Daha öncede benzer konuların işlendiği bu filmde bir yenilik göze çarpıyor.Önceki benzer senaryolarda imha etme olayı doğum gerçekleştikten sonra olmaktaydı, burada ise bir yeni anlayışla daha doğmadan imha gerçekleşiyor. Sezai koz, Terminatör (imha edici) rolü ile büyük bir oyunculuk sergiliyor ve koca bir alkışı hak ediyor. Sabahat Kontor rolü ile Mevsim Bahar gerçekten düzeyli ve inandırıcı bir oynculuk çıkarmış.. Ahmet Franko ise anlayışını temsil ettiği, robotlaşmış insanlar topluluğu başkanı rolünde harikalar yaratıyor.
Şaşkınlık ve yuh bu kadarda olmaz nidalarıyla izleyeceğiniz bir film Terminatör (imha edici).. Yayın saati : her an, birden ve ansızın…

28 Mart 2011 Pazartesi

........TELEVİZYONDA SİNEMA.......


FRANSIZ ÖPÜCÜĞÜ (FRENCH KİSS) (2011 yapımı)
YAPIM : Nato ortak yapımcılık
OYNAYANLAR : Nicolas Sarkozy-
Muammmer kaddafi-
B. Obama ve Libya halkı


Muammer Libya adını verdiği büyük bir dönüme kurulu olan kendi çiftliğinde çocukları ve çalışanları ile mutlu bir hayat sürmektedir. Zaman zaman çadırını alıp dünyanın çeşitli ülkelerine gidip çadır ticareti yapmaktadır. Bu ticaretlerden birinde Nicolas onu görür ve görür görmez zenginliğine hayran olur. Aslında Nicolas’ın ilgisi ona değil çiftliğindeki petrol kuyularınadır. Muammer uzun yıllar süren çiftçilik hayatından emekli olmak ve çiftliğin yönetimini çocuklarına vermek üzeredir. Bu arada yan çiftliklerde başlayan bazı isyanlardan önceleri hiç etkilenmemektedir. Ama gün gelir olan olur. Bu isyan çiftlikte de baş gösterir ve Muammer buna çok kızar. “Adam gibi oturun yövmiyenizle idare edin” diyerek karşı çıkar çalışanlarına. Ama aralarında bir kaç densiz çalışan, ısrarla isyana devam etmektedir. Muammer adamlarına talimat verir ve çalışanların evlerini basar. Nicolas’ın kulağına gelir bu olaylar. Yerinde duramaz Nicolas, çünkü muammer çiftliktekilere müdahale ederken petrol kuyuları da zarar görmektedir. Hemen petrol severler derneğinde (NATO) bir toplantı düzenlenir. Ve karar alınır bu insanlık dışı olaya müdahale edilecek, Libya halkı bu zalimden kurtarılacaktır. Hemen çeşitli yerlerde bulunan üstlerden uçaklar havlanır ve Muammer’in Libya çiftliğine hava saldırısı başlar. Ve barış için saldırılar sürer, sürer,sürer. Nicolas, Muammer ve petrol sevdası çeşitli oyunlarla devam ederken Libya çiftliği çalışanları haklarına düşen ölümden paylarını alırlar. Film sürpriz olmayan bir finalle son bulur.
Film hiçbir masraftan kaçınmayıp doğal ortamlarda yapılan çekimlerle gerçekleştirilmiş.
Daha önce çeşitli dönemlerde çekilmiş olan bu senaryo en son 2003 yılında Irak’ta gerçekleştirilmişti. Aynı senaryonun yeniden çevrimi olan Fransız Öpücüğü filminde oyunculuklarıyla göz dolduranlardan biri kuşkusuz Nicolas Sarkozy. Enerjisi ve oyun gücü ile alkışı hak ediyor. Hele barış ve Libya halkının yanındayız diye konuşma yaptığı sahne uzun zaman akıllarda kalacak gibi görünüyor. Filmde küçük bir rolü olan ama tüm filmin içinde etkisini her zaman hissettiren etkili bir oyunculukla karşımıza çıkan kişi ise B.Obama. Amerikan sinemasının son zamanlarda kazandırdığı büyük yetenek, bu filmdeki performansı ile göz dolduruyor. Muammer Kaddafi ise ilerlemiş yaşına rağmen hala o eski performansını koruyor. Sinemanın kötü adam rollerinin vazgeçilmezi olmaya devam ediyor..
Keyifle ve acıyla izleyeceğiniz bir film Fransız Öpücüğü.. Yayın saati 18:45

24 Aralık 2010 Cuma

..............eylem bir başlangıçtır...............



yerli yersiz konuşmaktansa eylem yapmak en iyi başlangıçlardan biridir..dizi manyaaa olmayalım...:)

3 Aralık 2010 Cuma

.BİR DİZİNİN REYTİNGSEL ANATOMİSİ.


BAŞLANGIÇ:
Proje üretim aşamasındadır..Mevzu bulunur, oluşturulur, geliştirilir.
İLK RÖPORTAJ:
RÖP – Bu ara yeni bir çalışma var mı?
YAZAN- Var, uzun zamandır gerçekleştirmeyi planladığım projeyi yazma aşamasındayım. Çok güzel bir iş olacağı inancındayım..
RÖP – Hayırlı olsun , merakla bekliyoruz..
YAZAN – Teşekkür ederim..
+++++++++++++++
1.AŞAMA :
Proje yazılmıştır ve yapımcı kanal görüşmesi aşamasına gelmiştir..
İKİNCİ RÖPORTAJ :
RÖP – Hayırlı olsun yeni proje varmış?
YAPIM – Evet kanal görüşme aşamasındayız yakında cast çalışmasını bitireceğiz. İddialı olduğumuz bir proje..
RÖP – Merakla bekliyoruz..Hayırlı olsun..
YAPIM – Teşekkür ederim.
+++++++++++++++
2.AŞAMA :
Cast oluşturulur, basın haberdar edilir.
ÜÇÜNCÜ RÖPORTAJ:
RÖP –Yeni projeniz hayırlı olsun..
OYUNCU – Çok teşekkürler..
RÖP – Uzun zamandır ekranlarda yoktunuz. Bu projeye nasıl karar kıldınız.?
OYUNCU – Bir kere çok iyi yazılmış ve tasarlanmış bir proje. Yazarımız zaten kendini kanıtlamış başarılı bir insan, birlikte çalışacak olmamız beni sevindiriyor..
RÖP – Hayırlı olsun..
OYUNCU – Teşekkürler..
+++++++++++++++
3. AŞAMA :
Yönetmen ve ekip belirlenir. Mekanlar bulunur, program çıkar ve çekim başlar..
DÖRDÜNCÜ RÖPORTAJ :
RÖP – Hayırlı olsun.
YÖNETMEN – Sağolun.
RÖP – Bize biraz diziden bahseder misiniz?
YÖNETMEN – Bu zamana kadar yaptığım en iyi iş diyebilirim. Bir kere çok iyi yazılmış bir senaryo..Yapımcımız her konuda bize yardımcı oluyor. Ayrıca iyi bir cast çalışması yaptık. Bu seneye damga vuracak bir iş geliyor..
RÖP – Kolay gelsin, heyecanla bekliyoruz..
+++++++++++++++
4. AŞAMA :
Dizi Televizyon kanalında yayına girer. Ekip toplu halde ve yemekli ortamda birlikte birinci bölümü seyreder..
BEŞİNCİ RÖPORTAJ:
RÖP – Neler diyeceksiniz?
2. OYUNCU – Valla çok mutluyuz. Biz burada bir aile olduk. Sete koşarak geliyorum inanın ki..
1.OYUNCU – Gerçekten sıcak bir aile ortamı içindeyiz. Yapımcımız, yönetmenimiz ve senaristimiz hep birlikte aynı çatı altındayız artık..Sağolsun kanal yöneticilerimizde bu güzel gecemizde bizimle beraber..
KANAL YÖNETİCİSİ - Bu yıla damga vuracağına inandığımız bir proje oldu. Biz kanal olarak böyle bir işe imza atmaktan dolayı mutluyuz..Teşekkür ederiz..
YAPIMCI – Gerçekten iyi bir iş yaptık.
+++++++++++++++
5. AŞAMA:
Ve ilk bölümün reyting sonucu gelir. Durum iç açıcı değildir. ( müzik )
ALTINCI RÖPORTAJ:
RÖP - ……………………………..
YAPIMCI – OYUNCU – YÖNETMEN- K. YÖNETİCİSİ- …………………………..
+++++++++++++++
6. AŞAMA :
Geçen haftalar sonu reytinglerde düzelme olmaz. Dizinin yayın günü değişir..
7.RÖPORTAJ GERÇEKLEŞMEZ :
Röportaj dışı kayıt…
OYUNCU – Abi senaryo kötü yapacak bir şey yok.. Ben en iyi performansımı gösterdim yoksa..
YAPIMCI – Ne gerekiyorsa yaptım. Tonlarca mekan buldum ama nafile ortaya çıkan iş berbat abiciğim, ben ne yapayım..
YAZAR – Olmadı mı olmuyor işte ne yapacaksın. Yazık oldu, güzel projeydi oysa ki..
YÖNETMEN – Bana çok müdahale ettiler kardeşim.. Elimden geleni yaptım oysa ki. Çekmem artık ben bu işi…
SET İŞÇİSİ – Abi dizi biterse paramızı alabilir miyiz?
IŞIKÇI – Valla ben başka işe geçiyorum. Burada bişi olmaz artık. İş kötü zaten, ayrıca şu oyuncuların kapriside sinir bozucu..
SANAT YÖNETMENİ – Ya ben sponsoruma ne diyeceğim, nasıl kaybedersiniz koca masayı..?
+++++++++++++++
SONUÇ :
Dizi biter. Bir aile ortamı dağılır. Ve şu cümle akıllara kazınır. REYTİNG ALAN DİZİ , EN İYİ DİZİDİR……